Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat |
Resimleri Göster
NEREDE O ESKİ RAMAZANLAR
Açıklama: Çocukluğumdaki Ramazanları çok az hatırlıyorum.
Kategori: Hayatın İçinden
Eklenme Tarihi: 03 Nisan 2022
Geçerli Tarih: 27 Aralık 2024, 23:28
Site: Yanıkozan Fikir Ve Sanat Sitesi
URL: http://www.yanikozan.com/haber_detay.asp?haberID=492
Çocukluğumdaki Ramazanları çok az hatırlıyorum. Özellikle sahur vaktinde uyanık olmamıza karşın kurulan sofraya yorganın altından bakıp, bir türlü sofraya çağrılmayışımızı nasıl unutayım? Sahura kalktığımızda da gün boyu oruç tutmaktan ziyade yarım gün oruçlarını tutardık. Oruç tutmaya çok hevesliydik çok. Oruç tutanlarımız, sahurunu yer ve işi olan işine giderdi. Sahur sonrası uykuyu ben pek hatırlamam. Bize kahvaltı yaptırırlardı. Çocukların teravihe gitmelerinin zevki bir başka olurdu. Safların arkasında gülüşmeler, itişmeler bir âlemdi. Teravihe ellerde fenerlerle veya çıralarla gidilir, ortalık fener alayını andırırdı.
Takvim ve saat sanırım kimsede olmazdı. Mehmet Bey'in ifadesiyle 'Öğretmenin radyosu vardı.
Kırmayla havaya ateş ederdi iftarda'. Gökteki aya, yıldızlara veya güneşe bakılarak vakit tayin edilirdi. Sanırım, iftarlarımızı da geç açar, sahurlarımızı da geciktirdiğimiz bir hakikatti. Hele hele sahura uyanamamak sıradan bir haldi. Ertesi gün, günün haberi olurdu. Filan, filan sahura kalkamamışlar diye. Sahurda da ocakta ateş yakılır, pilekiler dayatılır ve mısır ekmeği pişirilirdi. Şimdiki gibi hazır ekmek nerde? Erişte, yufka işini de ben pek hatırlıyamıyorum. Kuzine sobamız olsaydı, o bile yeterdi. İdare lambasıyla ne ki aydınlanırdı evimiz. Çıra, en yaygın ışık kaynağımızdı. Her yere onunla veya el feneriyle gidilirdi. Sahur da bile kuru fasulyenin yendiğini iyi hatırlıyorum. Ezan da duyulmazdı ki, sabah olduğu anlaşılsın.
İftarlarımız da sahurdan pek farklı olmazdı. Genelde aynı yemekler yenirdi. Ya patates yemeği ya kuru fasulye. Mısır ekmeği zaten demirbaştı. O da herkesin sofrasında yoktu ki. Yoksulluk, çekilmez bir çileydi. Bir okka mısıra kilometrelerce uzaktaki Maçahel’e gidip bir gün yevmiye ile çalışıp, bir ay kadar çalıştıktan sonra sırtıyla dağı- taşı ve onca yolu yürüyüp, köyde değirmende öğütüp sofraya getirmek, şimdiki nesle göre eskilerin efsaneleridir. Şimdiki nesil bir çuval una bir gün çalışmıyor. Ama şükretmeye de şükretmiyor. Eski insanların şükretmesi anlatılır gibi değil.
Fitre ve sadakaların mısır olarak verildiğini iyi hatırlarım. Belki o daha makbuldü.
Hele yaz günleri oruç tutmak çok zordu. Gün boyu güneşin altında çalışmak, hem insanı halsiz bırakırdı hem de susuz. İftar olsa da bir ırmağı kuruturcasına içerim derdik. Açlık da dayanılır gibi değildi. Sahur yemeğini yer- yemez yola koyulurduk tarlaya, çayıra. Sabah namazını ya yolda ya da tarla- çayırda kıldığımızı hiç unutmadım. İftar vaktinde de eve yetişmemiz az bir ihtimaldi. O zaman tutulan bir günlük orucun yerine şimdi bir ay tutar insan. Bu imkânlarla, bu bollukta, bu kolaylıkta. Yorgun ve susuz düşüp, pınar başlarında elimizi, yüzümüzü yıkanırken ve ağzımızı çalkalarken boğazımıza suyun kaçmadığını söylememiz çok zor. Allah kabul etmiştir, umarım, o zor oruçlarımızı. Bayılanlar da olmuyor değildi. Yoksul için, oruçlu ve oruçsuz günler fark etmezdi. Ha şunu da ekleyeyim, oruçsuz günde su içer, dersiniz. Aç insan su da içemiyor.
Oruç tutmayana rastlamak imkânsız gibi bir şeydi. Olsa da çok kınanırdı.
Nisan 2021 Sakarya
Muhammet AVCI
Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat |
Resimleri Göster