Evlenen bütün çiftlere ebedi saadetler diliyorum.
Evlenen çiftler için düğün yapılması insanlık tarihi kadar eskidir. Milletlere ve yörelere göre ayrıntılarda bazı farklılıklar olmakla birlikte hepsinin birleştiği nokta eğlenceye ve ziyafete yönelik olmasıdır. Evlenen bütün çiftlere ebedi saadetler diliyorum. Geçmiş yıllardaydı, köydeydik. Sahriyent mevkiinde rahmetli Zekerya ustanın büyük oğlunun düğünündeyiz. Gelini kız evinden alıp, oğlan evine çıkardık. Sofralara oturduk. Ne oldu, nasıl oldu, sofra başı ben oldum. Yemeklerin düzenli gelişiyle ilgileniyorum. Etrafta ne oluyor, ne bitiyor, tamı tamına takip etmek zor. Hele bir de cemiyette Hamit hoca varsa!!! Hamit hocamız iki de bir: Millet ceplerine ekmek koyuyorlar, hatırlat ki ayıptır! Ben de: Arkadaşlar, yemeğinizi usulüne uygun yeyin, kalkın ki, sırada bekleyenler var. Az sonra Hamit hocamız yine: Millet ceplerine ekmek koyuyorlar, hatırlat ki ayıptır! Ben de yine: Arkadaşlar, yemeğinizi usulüne uygun yeyin, kalkın ki, sırada bekleyenler var. Diyorum. Kendimden haberim yok. Bir de ne göreyim, ceplerim bişiyle dolu.Meğer, Hamit hocamız,bişileri benim ceplerime doldurtuyormuş!!! Ekmek olsa haydi neyse! O düğünde giydiğim takım elbisem yağ olmuş, batmış! Güler misin, ağlar mısın? Geçmiş yıllardaydı. Köyümüzde bir düğündeydik. Sofralar kurulmuş, yemekler sırayla sofraları süslüyor. Biz de adettendir: Molla molla yemek gelsin meydana! Molla molla yemek gelsin meydana! Yemekler geliyor ve biz de düğünü daha neşeli hale getirmek için: Molla molla yemek gelsin meydana! Molla molla yemek gelsin meydana! Der- demez, karşımızda oturan Abdullah amca, Gürcüce ifadeyle: Male kenet , çamet ki sakme mak! ( Acele edin, yeyin ki, işim var) Demesini hala hatırlar ve tebessüm ederiz. Allah, rahmet eylesin Abdullah amcamıza! Günlerden bir gün Çorum'da yeğenim Nurşen'in kızının düğünündeydim. Düğün çok güzeldi. Düğünün ortalarında, oyunların oynandığı bir sırada düğüncülerden birine şaka olsun diye: Bu salonda Atabarı çalınmadan, ben bu salonu terk etmeyeceğim. Gel de pirincin taşını ayıkla. Az sonra: Muhammet Avcı , piste geliniz! Eeee ben oynamayı bilmem!!!! Atabarı çaldı, katılımcılar hem onu oynadı hem diğer Artvin oyunlarını. Unutamadığım bir anı oldu. Vahit hocanın düğünüydü. Köyden geç gelmiştik. Gelin tarafı düğün eğlencesi olarak bizi içeriye almıyor, kapıda bekletiyordu. Eşim, ortaya atılıp: Kim, kimi kabul etmiyormuş, ben de buranın torunuyum. Açın kapıları! Diyerek Asım ağayı ikna etmişti ve düğünümüzü yapmıştık. Geçmiş yıllardaydı. Köyümüzde rahmetli İshak amcanın oğlunun düğünündeydik. Eve gelin geldi, sofralara oturduk. Baktım, çorbalar dağıtılıyor sofralara. Şaka olsun diyerek: Hele bir toy sahibini çağırın! Der- demez geldi. Eve girmeden, evin etrafında kovanları görmüştük. Sen ağa adamsın. Onlardan getirtsene konuklarına! Rahmetli, bir dediğimizi iki etmedi, anında sofraları ballarla süsletti. Biz de afiyetle yedik. Ardından yöresel ikramlardan olan bişimizi ve yemeklerimizi yedik. Hala, İshak amcamızın o engin yüreğini özlemle yad ediyor ve rahmet okuyorum. 30 seneyi aşkın bir süre geçmiş. Köydeyken, komşum ve baldızım Hatice'nin düğününe gitmiştik Bazgiret'e. Bazgiret, bizim komşu köyümüz.Bazgiret'i özgün kılan, muhteşem doğasıyla, gelenek ve göreneklerini hala sürdürüyor olması ve bu haliyle anılarda silinmez izler bırakmasıdır. Bazgiret'e geldiğinizde içinden Kafkas ezgilerinin yükseldiği bir akordeonla buluşursunuz. Ekim ayının son günüydü. Kış kapıdaydı. Düğün alayıyla arabalarla çıktık yola. Çağlayan'da bir kahvede çay- sigara molası verdik. Kahveci, bize dönüp: 'Burada biradan küçük içecek yoktur,' dedi. Bu sözü hala aklımda. Gülüştük. Sigaralarımızı içip tekrar düştük yola. Bazgiret'in önündeki dereyi geçiyorduk. Adettendir, gelin geçemiyor dereyi. Bacanağımız Selami bey, yardımcı olmaya çalışıyor. Ben, diyorum ki: 'Selami bey, bu düğün adetidir, nazsız olmaz'. Sağdıç gereken harcı veriyor ve gelin geçiyor. Az sonra gelinin arabadan inme merasimi başlıyor. Adettendir, arabanın kapısı açılmıyor. Selami bey, yine yardımcı olmak istiyor. Ben, diyorum ki: 'Selami bey, bu düğün adetidir, nazsız olmaz'. Sağdıç gereken harcı veriyor ve kapı açılıyor. Gelin alayı, düğün evinin kapısına dayanıyor. Adettendir, damat evin çatısına çıkıyor ve gelinin başına paraları saçıyor. Düğüne günler, aylar öncesinden hazırlanılıyor. En ince ayrıntısına kadar, her şey yapılıyor- ediliyor. Et ve kavurma için koçlar, boğalar kesiliyor. Etin kavurmasından tutun da haşlamasına kadar her türü kazanlarla konuklar için pişiriliyor. Sofralar kuruluyor. Sofralarda yok yoktur. Eskiden düğünlerde koro halinde söylenirdi: 'Molla molla yemek gelsin meydana!' İnanın, bunu söylemeye hacet yok. Yiyoruz, içiyoruz, bir yandan akordiyonun eşliğinde horon oynuyoruz. ' Otur ye, kalk oyna!' Hoşça vakitler geçiyor. Gençlerimiz, arayıp, bulamayacakları Bir şey istemenin derdine düşüyorlar ve: 'Molla molla şurdula gelsin meydana! Molla molla şurdula gelsin meydana!' Düğün sahipleri düşüyorlar telaşa. Acaba, bu 'Şurdula' nedir, diye. Ve nihayet eşim, kopyayı veriyor. Ertesi günü, ben bu defa gelin odasındaki konuklarla birlikteyim. Buraya 'Han Otağı' da diyebilirsiniz. Düşünüp, durdum. Ne istesem de, bulamasalar, diye. BurasıBazgiret ve Kasımın başı! Ve ben: 'Molla molla karpuz gelsin meydana! Molla molla karpuz gelsin meydana!' Düğün evinde bir telaş bir telaş. Bir koşuşturmadır gidiyor. Yarım saat geçti- geçmedi kavunla geldiler. 'Karpuzun yerine kavunu kabul ederseniz getirdik. Etmezseniz Artvin'e araba göndereceğiz, getirteceğiz', dediler. Samimiyetlerine ve sımsıcak konukseverliklerine hayran kaldık. Tebrikler ve teşekkürlerle veda ettik düğün evine ve saklı cennet Bazgiret'e! 1990’lı yıllardı. Kayınbiraderim Öner'i evlendiriyorduk. Kayınpederim, olası yol harçları için beni görevlendirmişti. Zarflara- 3-5’er milyonu koymuş, gelin konvoyunun önünü kesenlere vermekteydim. Bir yere gelmiştik. Yolu bu defa bir ormancı kesti. Ben, hemen zarfı uzattım, Zarfı açmadan adeta eliyle tartarak bana dönüp: -Hoca, sen ya rakı içmemişsin ya da rakının fiyatını bilmiyorsun dedi, gülerek. Öteden, polis olan büyük kayınbiraderim Onur, görev kimliğini çıkardı. Ormancı bu defa ona dönerek: Burası benim görev mahallimdir. Senin burda hükmün geçmez. Benim şehirde hükmüm geçiyor mu? Diyerek, hepimizi kahkahaya boğdu. Kayınbiraderim, elini cebine atarak bir 50’lik çıkarıp Ormancıya verdi. Yolumuza devam ettik. Köyümde olduğum yıllardı. Zorlu kış günleriydi. Komşumuz Doktor Mehmet Genç'in düğünü vardı. Aslı doktor olmadığı halde, neden 'Doktor' dendiğini hala bilmiyorum. Düğün arabalarımız ikindiden sonra köyden hareket ettiler. Düğüne katılanları ala ala Çiftehanlar'a ve oradan da Artvin'e devam ettik. Ta Karçal deresini geçtik- geçmedik kar ve kış nedeniyle yolun kapanmasıyla direksiyonları Çidil'e ve Ardanuç'a kırdık. Karlı- fırtınalı Çidil yolunu geçmemiz çok güçleşti. Allah'a şükrolsun, önümüzde Köy Hizmetlerinin iş makinaları yolumuzu aça aça düğüne geç de olsa yetişmemizi sağladılar. Artvin'e ulaştığımızda saatler 22:00 'yi geçmiş, düğüne katılanların yarısı ından çoğu salondan dağılıp evlerine gitmişti. Düğünümüzü yaptık. Sonra tekrar aynı yollarla köye döndüğümüzde sabah ezanları okunuyordu. Doktor Mehmet taa günler öncesinden ' Öyle bir düğün yapacağım ki yıllarca unutulmayacak' demişti. Mehmet de düğünden epey sonra ebediyete göçtü. Ne Doktor Mehmet'i unuttuk ne de unutulmayacak o düğününü! İstanbul’da bir yakınımın düğününe salona gidiyorduk. Arabaları sürenler, yıllardır İstanbul’da yaşayan kimselerdi. Biz biraz erken gidip gelin almaya yetişecektik. Ne oldu, anlamış değildik. Bu cadde, şu sokak, bu sokak derken hayli zaman geçti. -Gelin alınmış da, salona yetişelim bari dedik. Yine aynı tempoyla salona giden güzergâhı bulmak hayli zor oldu. Nihayet, salonun kapısına vardık. Bir de ne görelim? Aaaaa İsmail. Herkesin hitap ettiği şekilde kaymakam İsmail Durmuş. Bizden evvel salona varmış. Şaşırdık, kaldık, Allah’ım ne büyüksün, Okuması- yazması yok, arabası yok, telefonu yok. .İşte İsmail Durmuş farkı. Bizde bir kez daha hayranlık duymamıza ve şapka çıkarmamıza sebep oldu bu hal. Ruhu şad olsun. Köydeydim. Bir yeğenimi gelin götürüyorduk Ortabağlar mahallesine. Tam zor geçit denilen Çiyaser mevkiinde yöresel adet üzere sancım tuttu. Sağdıç rahmetli Selim Düzcan ağabeydi. Koşarak geldi yanıma. -Buradan kalk ne istersen vereceğim, dedi ve kalktım, düğün alayı yoluna devam etti. Az sonra bir dereyi daha geçmemiz gerekiyordu. Adet üzere benim yine sancılarım tuttu. Yine Selim ağabey, koşarak geldi yanıma. -Buradan geçelim, ne istersen vereceğim, dedi ve bir çift ayakkabı parasını cebime attı. Ben de bu parayı ve daha fazlasını geline takı olarak taktım. Her ne zaman o geçitten geçersem hep o an aklıma gelir ve Selim ağabeyi yâd ederim. Ruhu şad olsun. 2002 senesiydi. Artvin’deydim. Adapazarı’nda küçük kayınbiraderimin düğünü olacaktı. Düğüne eşim gelmesi gerekirken beni yolladı. -Sen git hoca. Hem abinle, ablanı görürsün hem de düğüne katılır, gelirsin, dedi. Ben de önce İstanbul’a ablama, ardından Bursa’ya abime geçtim. Düğün zamanı Adapazarı’na geldim. Düğün oldu ve memleketime dönerken, kayınbiraderim: Enişte, sen hoş düğüne gelmedin. Ablanla, abini görmeye geldin. Ardından ablam: -Oğul, sen hoş bizi görmeye gelmedin. Kayınbiraderinin düğününe geldin. Eh, kimseye yaranamadım vesselam. Ablamın da mekanı cennet olsun! Mart 2021 Sakarya Muhammet AVCI Resim: Benim düğünümden bir kare 😁