Bir zamanlar Adıyamanlı bir yurttaşımız İstanbul’a gider. Döndüğünde sorarlar:
Bir zamanlar Adıyamanlı bir yurttaşımız İstanbul’a gider. Döndüğünde sorarlar: -Ne gördün İstanbul’da? diye, _Her adımında bir cami var İstanbul’da. Kıl kılabildiğin kadar namazını. Bir başka zaman yine bir Adıyamanlı yine İstanbul’a gider. Döndüğünde Ona da sorarlar: -Ne gördün İstanbul’da? diye, -Her adımında bir meyhane var İstanbul’da. İç içebildiğin kadar. Ben de O Adıyamanlılar gibi şehirlerin tüm mekânlarını görme fırsatım olmadı. 15 Mart 2010 Hatay yolundayım. Uzun süredir göremediğim denizi görüyorum. Yaşamımda ilk kez Akdeniz’i görüyorum. Bu olay, yıllar süren bir hasretin sona erişidir. Acaba Ege’yi görmek de kısmet olacak mı? Yaşamım boyunca Karadeniz ve Marmara arasında dolanıp durdum. Sahil boyu Hatay’a gidiyoruz. İskenderun bana ayrı bir heyecan veriyor. Burada Kadir Abim ve oğlum Bilgehan vatan borçlarını ifa ettiler. Vakit akşamüstü. Ay, eğilmiş denizi öpüyor. Her halde benden İskenderun’u tarif etmemi beklemezsiniz. İskenderun’u anlatmama ne kâğıt- kalem, ne de zaman yeter. Kısacası İskenderun, Akdeniz’in İstanbul’udur. Kelimeler kifayetsiz kalıyor. En iyisi gelip görmelisiniz. Kara, deniz ve demir yolları var. İskenderun, uçsuz bucaksız bir dev şehir. İskenderun’u görünce gururlandım ve umutlandım. Ülkemin geleceğinin ne kadar aydınlık olacağını düşündüm hep. Hatay terminalinde yeğenim Hasan beni bekliyor. Orada bir de Hüseyin’imin eş ve çocukları var. Onları gördükçe Hüseyin’e olan özlemimi az da olsa gidereceğim. Hatay’da Hasan’la birlikte bir gün Dörtyol’u ve Payas’ı gezdik. İkinci gün ise Hatay’da Habibi Neccar Camii ve Sen Piyer müzesini ziyaret ettik. Hatay'a ikinci kez ..2011.. yılında Diyarbakır, Şanlıurfa, ve Gaziantep'i geze geze geldim. Bu defa tam kadro, eşim, kızlarım, damadım ve oğullarım Bilgehan ve Kürşat'la özel otoyla geldik. Şanlıurfa'da Balıklı gölü görme fırsatımız oldu. Gaziantep'te oğlumun okul arkadaşı Gökçe Hanım'ın yemeğini yedik. Hatay'da da güzel günlerimiz geçti. Gezdik, yedik, içtik, dolaştık. Yeğenim Hasan'la kuzenim Neriman'ın güzide mekanlarda yemeklerini yedik. Hatay'a üçüncü ve son kez Ocak/ 2014 'de Mevlüt ağabeyimle geldim. Bu defa zamanımızın çoğu evde geçmişti. Bir gün, Samandağı'na gittik. Abı Hayat çeşmesinden suyumu içtim. Üç bin yıllık Musa ağacını gördüm. Hızır'la Musa'nın burada buluştukları rivayet edilir. ‘Silkindi karanlığından Türkiye’m Pırıl pırıl. Hatay’da ki ‘Dinler Mozaiği’ bana ülkemdeki değişik renk, dil, din, mezhep, ırk ve düşüncedeki insanın bir arada huzur ve güven içerisinde yaşayabileceği inancını aşıladı. Özetle söylemem gerekirse tabanda bir çatışmanın olmadığına tanık oldum. Türbanlısı- türbansızı, kentlisi- köylüsü, laiki-anti laiki ve Türk’ü- Kürt’ü hepsi el ele, gönül gönüle, omuz omuza geleceğin aydınlık Türkiye’sinin yolunda kol kola yürüyorlar. Hatay’dan ayrılırken insanın kendi yurdunu tanıyamaması ve gezememesine hem anlam veremedim hem de çok hayıflandım. Bunun çok geç kalmış bir seyahat olduğunu anlamış olmam yeter sanırım. Buluşup Hızır ile, Hatay'dan geliyorum. Güven ve huzur ile, Hatay'dan geliyorum. Gam, eziyet görmedim, 'Ah! Ne güzel yer' dedim, Künefesini yedim, Hatay'dan geliyorum. Çarşı- pazar dolaşıp, Asi'yle vedalaşıp, Dağlar- tepeler aşıp, Hatay'dan geliyorum. İnsanları çok kibar, gördüm kıymet, itibar, Alıp salçayla biber, Hatay'dan geliyorum. Uygarlıklar kentinden, hoşgörü cennetinden, Yeyip 'nazlı et'inden, Hatay'dan geliyorum. Defne sabunu alıp, Ab-ı hayatı bulup, Bir sevgi seli olup, Hatay'dan geliyorum. Memnuniyet duyarak, yüreğimi yuyarak, 'Hoşça kalın' diyerek, Hatay'dan geliyorum. Nisan 2020 Sakarya