| |||||||||||||||||||||||||||||||
Karakter boyutu :
Miraç AvcıAşk Aşk Aşk17 Temmuz 2010
moliyentt@hotmail.com
Dünyanın en zor işidir tanım yapmak. Onun içindir ki çoğu insan farkında olmadan tanım yapmak adına nitelemeye kayar, özelliklerini sayar, ne olmadığını söyler, tasvir ve betimleme yapar, o da olmadı örnek verir. Fakat başta da belirttiğim gibi tanımlama eylemini gerçekleştiremez. Söz konusu perde, masa, ekmek, çay, kalem, araba vs. gibi 5 duyuya hitap eden somut şeyler ise tanımı mümkün ve bir ölçüde daha kolaydır. Fakat iş altıncı veya daha yüksek mertebeden duyulara geldimi, iş arapsaçına dönmeye mahkûmdur. Söz gelimi sevmek, özlemek, nefret etmek, güvenmek, korkmak vs. gibi... Zira özleme eylem ve hissinin üstadı Ben; özlemek kavramına, birinin hasretini çekmek cümlesinden öte bir tanım bulamıyorum. Kendimi fazla da zorlamıyorum; çünkü zorladıkça özlemeyi burnunda tütmek, gözleri aramak, yollarını gözlemek gibi işi daha da karmaşıklaştıran deyimlerden ötesini akıl edemiyorum. Durum böyleyken az önce saydığım sevmek, yanında olsa bile “özlemek”, kaybetmekten “korkmak”, o’na yanlışlıkla bakandan bile “nefret etmek”, bir km öteden kokusunu “duymak”, bakılan her yerde o’nu “görmek” gibi bilumum duygunun homojen karışımı olan “aşk” kavramını tanımlamak – tasvir etmek, betimlemek, örnek vermek değil- hiçbir âlim veya eşdeğer insana nasip olmamıştır. Kimisi bülbülün güle düşkünlüğü, kimisi Mecnun’un Leyla’ya koşması, kimisi Ferhat’ın dağları delmesi olarak somutlaştırmış, kimisi ise o’nu o’suz yaşamak gibi bir işkenceye çevirmiş, kimisi ise sevmek kelimesinin kulu-kölesi yapmıştır. Daha ötesini (aşağısını) saymıyorum bile… Yukarıda değindiğim gibi tanımlamak mümkün olmayınca –içine giremeyince- aşkı konu alan şiirler kaleme alınmış –etrafından dolanılmış-, şarkılar-türküler söylenmiş fakat aşkı tanımlamak adına yapılan uğraşlar aşkı yorumlamaktan öteye gidememiştir. Doğaya kafa tutan insanlık medeniyeti, aşkı tanımlama konusunda aciz kalmıştır. Bir ölçüde haklı bir acizliktir bu. Çünkü aşk kavramı öyle bir kavramdır ki, anlaşılması hayatın amacının, anlamının, nedeninin, niçin’inin açıklığa kavuşması anlamına gelmektedir. Şimdi bunlar üzerine düşünmeye başlayalım.
SEVGİLİ AYYÜZLÜDÜR Aşkı anlatmaya başta kestiğim ahkâmla çelişmemek için tanımıyla başlayalım. Aşk, Yaradan’ın nurudur. Yaradan’ın nuru gibidir değil, Yaradan’ın nurudur. İnsan; vücudu çamurdan yaratılan, ruhu ise Yaradan’ın nefesinden üflenmiş olan mükemmel bir varlıktır. Yaradan’ın varlığından koptuğu için, Yaradan’a kavuşma tutkusu vardır. Aklen farkında olsa da olmasa da O’na dönmek Yaratılış gayesidir. Fakat hayat bu gayenin önünde engeldir. Kişinin yaşamak zorunda olduğu bir ömür vardır. O ömrü Yaradan tayin eder. Ve kuluna canına kıymayı yasaklamıştır. Peki, kişi ömrü bitene kadar Yaradan’a kavuşma şansını kaybetmiş mi olacak. Tabi ki hayır. Yaradan, kulunu kendi varlığından bir süre uzak tuttuğu için ona acımıştır ve deyim yerindeyse kıyak geçmiştir. Kendisine kavuşmadan, cemalinden bir parça görebilme şerefine nail etmiştir kullarını. İşte o kıyağın daha doğrusu nimetin, lütfun adı AŞK’tır. Fakat aşk kavramı ne kadar kutsal olursa olsun iki kavramın varlığına muhtaçtır. Âşık ve maşuk. Âşık ve maşuk bir elmanın iki yarısıdır. İkisi bir araya gelmeden (kavuşmaktan bahsetmiyorum, meşk etmekten bahsediyorum) elma meydana gelmez. Âşık, maşukuna baktığında gözleri kamaşır, hayran kalır. Daha önce gördüğü hiçbir şeyle kıyaslayamaz. Bakmaya kıyamaz ama bakmadan da edemez. Maşuk’unun sesinin her bir tınısı ona tatlı ama öldürücü bir darbe gibi gelir ki bunlar ancak artçı şoklardır. Maşuk’un bir silahı var ki işte ona maruz kalmak, geri dönülmez bir yoldur. Kurtuluş yoktur. O silahın adı bakıştır. Âşık, o bakışa maruz kaldığında diğer bütün mekân flû hale gelir, bulanıklaşır, arka planda kalır. Kişi o bakışa hapsolur. Kımıldayamaz, gözlerini çevirmeye gücü yetmez çünkü gözlerine söz geçiremez. İşte âşık’a tüm bunları yapan maşuk gibi görünse de maşuk’a o gücü veren Yaradan’ın yarattığı AŞK iksiridir. Daha açık ve gözde canlandırılabilir olması için şöyle ifade edebiliriz: Sevgili ay yüzlüdür. Allah (cc) bir güneş. İnsan güneşe doğrudan bakamaz. Bakarsa kör olur. Bu yüzden Yaradan, kullarını cemalinden mahrum bırakmamak için sevgiliyi yaratmıştır. Sevgili, o sonsuz Güneş’ten aldığı ışığı ay misali yansıtır. Âşık, maşukuna baktığında gözleri kamaşır. Fakat ışığın kaynağını sevgili zanneder. Bilmez ki o bir aynadan ibarettir. Ve bilmez ki ışık olmadan o ayna bir madenden ibarettir. Evet aşk, âşık’a maşukunun vesilesiyle Yaradan’ın cemalinin yansımasını gösteren dünyadaki nimetlerin şahıdır. Zira ilk insandan bugüne kadar nice krallar o nimetin (her ne kadar büyük bir kısmı nimet olduğunun farkında olmasa da) huzurunda diz çökmüştür. Kimi zaman bir sevgili uğruna devletten vazgeçilmiş, kimi zaman tahttan, kimi zaman servetten, kimi zaman candan. Aslında çok da mantıklıdır, sonuçta söz konusu olan Yaradan’ın cemalidir. Hangi servet bu güzelliği satın alabilir ki. ALDATMAK AŞK’LA BAŞLAR Evet aşk, o kadar pahalıdır ki Allah’tan başka hiçbir güç onu insana bahşedemez. Ve aşk o kadar ucuz bir nimettir ki Âdem’den bu yana istisnasız denecek derecede her insana bu lütuf bahşedilmiştir. Aslında bu iki cümleden şu sonuç çıkar; Yaradan o kadar cömerttir ki; arz-talep ilişkisini kale almadan, bu kadar paha biçilmez bir duyguyu hiçbir ayrım yapmaksızın bütün kullarına bahşetmiştir. Kişi aşkın, Yaradan’ın yarattığı bir nimet olduğunu bilsin bilmesin. Görürüz yabancı filmlerde Yahudi’sinden tutun da Hıristiyan’ına, hatta en ateşli ateistine kadar her insana bahşedilmiştir. Fakat Müslümanlar içinde dahi onu sevgilinin bir niteliği zannedip, Yaradan’ın bir lütfu olduğundan habersiz olanlar vardır. Bilirsiniz bizim halk edebiyatında sevgili uğruna ölmek, sevgili uğruna âlemi yakmak, sevgili uğruna ana-baba’dan geçmek ve hatta bir Allah’a bir de sevgiliye tapmak gibi sapkın deyişler vardır. Fakat Yaradan cömertliğinden vazgeçmemiş ve her kuluna yine bu lütfu sunmuştur. Kapıcı Hüso’dan, kahveci İbo’ya kadar. Taksici Ahmet’ten, fırıncı Mehmet’ kadar. Ya da milyarder (YTL) Fehmi Bey de dâhildir bu gruba. Sonuçta her kim olursa olsun hiç beklemediği bir anda bir çift göz, gözlerinden girer bu kişilerin, yüreğinin ortasına ok gibi saplanır. Artık en baba cerrah olsa yine de oynatamaz o oku yerinden. Çoğu zaman istemez, kimi zaman beceremez. O gözlerin sahibi “âşık” için dünya üstü bir varlıktır artık. Bakılan her yerde o görülür. Görülen her düş onun olduğu düştür. Her kâbus onun olamadığı düştür. Yenen her lokma onun hatırasıyla iner mideye, her yudum su gibi. Dinlenen şarkılar o’nu hatırlattığı sürece hoş gelir kulağa. Yoksa en baba şaheser olsa, nanay!.. Âşık, gerekirse ömür boyu maşukunun peşinde koşar, ona kendini gösterebilmek ya da bildirebilmek için. Açlık ölümcül boyutlara ulaşsa, korktuğu açlıktan ölmek değil, ona hislerini söyleyemeden ölmek olur. Gerisi vız gelir. Hiçbir gücün karşısında boyun bükmeyen delikanlılar maşukunun kapısında bekçi köpeği olur. Aynı şekilde gülüşünü altın sandıkta saklayan kızlar, maşukuna bol keseden dağıtır. Ve en sonunda o gün gelir. Âşık ve maşuk buluşur. Derdini paylaşır “âşıklar”. Ve iki dertlinin derdi, dertlerinin dermanı olur. Kapılan iki mikrop, karşılıklı atılan bakışlarla gözden vurulan aşıya dönüşür. Artık buluşmalar başlar. Konuşmalar, gülüşmeler, gezişmeler. Hoş mekânlarda da yemekler yenir, en zavallı mekânlarda da. Çünkü artık yeme-içme bir zevk ya da lütuf değil zorunluluk olmuştur. Onu zevk yapan sevgiliyle yeniyor olmasıdır, doyurucu yapan da. Bu böyle bir süre devam eder. Bu süre zarfında hasretlik duygusu uzaklık kavramına ihtiyaç duymadan bastırır olmuştur. Âşıklar artık birbirleriyle olmak değil, birbirlerinin olmak istemektedirler, aynı hayatı paylaşmak. Aynı yastığa baş koymak, aynı tastan yemek yemek, aynı ev içinde nefes almak. Ve istediklerini alırlar. Evlenirler. İki doğaüstü yaratık artık tek bir vücut olmuştur. Artık hiçbir etki onların gözlerini gözlerinden ayırmayacaktır, ellerini de. Fakat çok kısa bir zaman içinde o birbirinin gözünde doğaüstü bir varlık olan sevgili sıradanlaşmaya başlar. Senin-benim gibi yiyen-içen, uyuyan, nefes alan bir varlıktır. Hatta belli bir zaman sonra kişi, sevgilisinin horladığının bile farkına varır ya da duyduğu şeyin artık hoş bir seda değil bir horlama olduğunun farkına varır. Artık sevgilinin yüzüne rahatça, korkmadan bakabiliyordur. Sevgilinin bakışları bırakın öldürücülüğü, rahatsız edici biledir. Sesindeki çatlaklık da öyle. İnsana cennet meyvesi gibi gelen sevgilinin nazı, artık dayanılmaz bir işkencedir. Nazdan ziyade kapristir, tersliktir. Kısacası sevgilinin maskesi düşmüş, kel görünmüştür. Şöyle ki; Sevgili vitrindeki Tektaş Yüzük’tür. Vitrinin dışından baktığınızda ışıl ışıl parlar, kusursuzdur. Fakat parmağınıza taktığınızda o kadar da parlak ve mükemmel olmadığını görürsünüz. İşte o Tektaş’ı Tektaş yapan, güneş ışıklarının vitrinle olan dansıdır. Âşık aldanmıştır. Aslında sevgilisi onu aldatmıştır. Aldatmak insanların zihinlerinde biriyle beraberken başka birine yaklaşmak, ilgi duymak, âşık olmak, hoşlanmak, biriyle yakınlaşmak vs. olarak kurgulanan bir kavramdır. Fakat adı aldatmaksa o eylemin, ağa babası daha ilk bakışta işlenmiştir bile. Tabiri caizse bir insan müsveddesi, peri masalından fırlama bir mucize olarak kanca atmıştır kendisine. Aslında gerçekte böyle olduğunun farkına varsa, uzak durur ondan. Ama görememiştir işte. Kahretsin, aşk bunun adı kolay mı? Aşkın gözü kör. Tamam, anladık aşkın gözü kör, peki Allah’ın sana bahşettiği akıl nerde. Hadi Allah’tan haberin yok diyelim. Allah’tan habersiz Sokrates, Platon, Aristoteles nasıl farkına varmıştır asıl gerçekliğin? Onlara vahiy mi gelmiştir doksayla epistemeyi ayırması için. Aşk bir epistemedir. Fakat âşık, sevgilisine duyularıyla yöneldiği için koca bir episteme olan aşkın sadece doksa tarafını görmüş, gördüğü onu yanıltmış ve dolayısıyla aşk onu aldatmıştır. Böyle mükemmel bir lütuf duyularla heba edilecek kadar değersiz midir? Kişi Allah’ın verdiği aklı kullanmadığı için aklı kadar faydalanmıştır aşk nimetinden. Ve bu faydalanma o iki sevgiliyi birbirine düşman emiştir. Birbirine bakmaya kıyamayan o iki insan, birbirlerine çok kolay kıyar hale gelmiştir. Önce kırıcı laflar, sonra vurucu darbeler, kimi zaman cinayet, darp… Akılsız başların cezasını yürekler çekmiştir.
YAKAMOZ OLMA, AYÇİÇEĞİ AÇ Evet, öyle bir sevgili ki insanı yemekten-içmekten kesen, insana uykuyu haram eden… Âşık ki; ben ki Allah’ın yarattığı bir kul için dünyamdan ve hatta kimi zaman ahretimden vazgeçtim… Peki beni, sevdiğimi, aşkı, bu dünyayı, o dünyayı yaratan Allah için nelere yüz çevirdim. Bir kul için küt küt çarpan kalbim, aklıma Allah (cc) geldiğinde neden sıkıntıdan daralıyor?!. Sevgilim aklıma geldiğinde değersizleşen her şey, Yaradan aklıma geldiğinde neden kıymete biniyor?!. Sevgiliye kavuşma heyecanıyla körleşen aklımız, Allah’tan (cc) neden canavar görmüşçesine kaçıyor?!. Kimin yangınından, kimin malı kaçırılıyor?!. Evet, sevgili ayyüzlüdür fakat, Yaradan bir güneş. Ay bir araçtır. Güneş bir amaç. Güneşsiz bir ay soğuk bir taş yığınından ibarettir. Allah’ın yarattığı insana düşense; bir yakamoz olmak değil, ayçiçeği gibi açmaktır. Yaradan’a yönelmektir. Buradan bakınca aşk bir sınavdır. Hani Allah size verdiğim nimetleri Allah yolunda harcayın diyor ya… Aşk da bir nimettir. Sevgiliyi sevgili yapan aşkı, sevgilinin marifeti görüp Allah’a sırtını dönmek nankörlüktür. Sevgili bir yaratıktır, ölür ve toprak olur. O güzelim gözler, o ipek saçlar, o pamuk eller, o elma yanak-kiraz dudaklar, o burnu fındık-ağzı fincan güzellik mutlaka toprak olur, aslına döner: “Hangi güzel yüzdür ki toprak olmadı? Hangi ceylan gözdür ki yere akmadı?” Ve her insan bir gün mutlaka Yaradan’ın huzuruna çıkar. İnansa da inanmasa da… Ondan sorulur. Adı-sanı değil, amelleri. Verilen nimetleri nereye, hangi yolda harcadığı… Kişi her amelinin hesabını verse de aşk nimetinin hesabını veremez. Dünya’da teğet geçtiği –sevgilinin yansıttığı- Yaradan’ın cemalini görme lütfu ondan artık iyice uzaklaşmıştır. Ay yoktur o tarafta, dolayısıyla yakamoza da hayat yoktur. O tarafın kazananları ayçiçekleridir. Yakamozlarsa yaratılma sebebini es-geçmiş, amacına ulaşamamıştır. Artık onu yakan ateş değil, Yaradan’ın cemalinden mahrum kalma acısıdır. Artık ona düşen; ayından mahrum kalmış bir yakamoz olarak, cehennemin karanlık sularında kendine hayat aramaktır. O ne berbat bir hayattır. Bu içerik 1583 defa okunmuştur.
|
KONUK YAZARLAR
SİTE ANKETFOTO GALERİ
HAVA DURUMU |
||||||||||||||||||||||||||||||
|