|
27 Ocak 2013
Diyarbakır Yolunda, Herşey Yolunda
Ömrümde bir kez olsun ülkemin güneydoğusunu gezip görmediğim, havasını solumadığım bir yolculuk sırasında edindiğim izlenimleri sizinle paylaşmak için bu satırları yazıyorum.
Ömrümde bir kez olsun ülkemin güneydoğusunu gezip görmediğim, havasını solumadığım bir yolculuk sırasında edindiğim izlenimleri sizinle paylaşmak için bu satırları yazıyorum. Bir mart sabahı, Erzurum’dan Diyarbakır’a doğru yolculuk başladı. Erzurum otogarında bindiğim otobüsün yan koltuğu Bingöl’ün Genç ilçesine kadar boştu. Çok farklı duygular içindeydim. Diğer yolcular arasında koyu bir sohbet vardı. Ben yol boyunca suspus olmuş camdan dışarıya bakıyordum. Her yerde kar vardı. Yollarda sık sık Karayollarının araç ve şantiyeleri gözüme çarpıyordu. Yollar bakımlıydı. Arada sırada bildiğim sure ve duaları içimden okuyordum. Karlıova’ya gelince mevsim de değişip kış yerini bahara terk etmişti. Her yer yemyeşildi. Atlar, eşekler, koyun ve keçiler bu yeşilliklerde yayılmışlardı. Bir yandan da insanlar toprakla iştigal ediyorlardı. Karlıova yakınında Kervansaray mola yerinde bir-iki çay içtim. Tesis, batıdaki tesisleri aratmayacak biçimde moderndi. Lokantada self servisi bile mevcuttu. Tuvaletleri ve lavaboları temiz, mescidi ise görünen yerdeydi. Tesisin anons sistemi de mükemmeldi. Karlıova yakınlarında bir tabela gözüme ilişti. Bu, içimi kanatan ‘Yedisu’ tabelasıydı. Burası bir zamanlar kaymakamlığını yaptığı rahmetli yeğenim Hüseyin’in ilçesiydi. Adeta gözlerim doldu doldu, taştı. Beni çok gerilere götürdü. Karlıova’da bir tabela daha vardı ki o da ‘Hotel Paris’ti. Bu tabela da hem Paris’teki oğlum Bilgehan’ı hatırlattı hem de doğuda böyle bir konaklama yerinin olması beni sevindirdi. Yol boyunca indi- bindiler devam ediyordu. Genç ilçesinde bir ön koltuğa geçmem istendi. Oradaki koltukta yanımda bir kişi daha vardı. Fakat onunla da aramızda herhangi bir konuşma geçmedi. Yolculuk sürdükçe Ilıcalar Beldesi’nin yolcu indirme- bindirme durakları öyle güzel ve sıklıkta yer almıştı ki hayran kalmamak elde değildi. 1460 rakımlı Tapantepe mevkiindeki bir komando birliğini görmüş olmam bana ayrı bir heyecan ve güven verdi. Diyarbakır yakınlarındaki Kocaköy kaymakamlığının durak yerleri bana devletin gücünü ve hizmet boyutunu görmüş olmam umut aşıladı. Yanlış hatırlamıyorsam Lice dolaylarında ‘Vatan bir bütündür, bölünemez’ ifadesi yere çivilerle monte edilmişti. Bu ifade de yüreğimi ferahlattı. Otobüste çay, cafe ve kolonya ikramlarının olması, batıdan çok farklı ve geri olmadığını gösterdi doğunun. Seyahatim sırasında hiçbir arama- taramanın olmaması, kimlik sorgulamanın yapılmaması yol emniyetinin olduğunu gözler önüne serdi. Bu konudan da ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Diyarbakır’a vardığımda her şeyin normal seyrinde seyrettiğini, hayatın akışının batıdakiyle paralel olduğunu gördüm. Evin balkonundan şehri seyretmem bana Yahya Kemal’in ‘ Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul’ dizelerini anımsattı. Ertesi gün Diyarbakır Ulu Camiinde Cuma namazını eda ederken de içimdeki merak ve korkunun yerini güven kuşattı. Çarşı- pazarını dolaştım. Yanık Çarşı’da alış-veriş ettim. Yanıklı, Yanık Ozan ve Yanık Çarşı bu üçlü beni hem duygulandırdı hem de güldürdü. Sakarya’daki deprem gerçeği nasıl insanların yaşamında bir kesikliğe yol açmıyorsa Diyarbakır’da da terör gerçek yaşamın uzağındadır. Diyarbakır insanındaki sevecenlik her yüzde okunuyor, saygı ve hürmetin batıdan daha fazla olduğu düşüncesi bende daha da artmasına yol açıyor. Buradan ümit ve güven duygularıyla ayrılıyorum. Umarım milletimiz ve devletimiz bu terör belasını üzerinden atıp teröre harcadığı enerjiyi geri kalmışlıktan kurtulmak ve barış içinde yaşamak için harcar. 14 Mart 2010/ Diyarbakır
Bu içerik 1799 defa okunmuştur.
|
|
|